16 Mayıs 2009 Cumartesi

RUMELİ’DE EVLAD-I FATİHAN

RUMELİ’DE EVLAD-I FATİHAN

 Hem Anadolu, hem Rumeli “askere eşme” bakımından sağkol, ortakol ve solkol olmak üzere üçer bölgeye ayrılmışlardı. Her kolun başında, devletin tayin ettiği bir kolağası veya alay beyi bulunurdu. Sefer zamanı, her kolun alaybeyi veya kolağası sorumlu oldukları kolda bulunan bütün kayıtlı timarlarda ki “eşkinci”leri sefere “eşerlerdi”.(Askere çağırırlardı.)
Bunları sefer için toplayana serasker de denirdi.
 Bunlar özel olarak “asker sürücülüğü” ile görevlendirilirlerdi. Sefer emredildiğinde, alaybeyleri, daha önce kayıt ettikleri timarlardaki askerleri belirli yerlerde toplarlar, yoklama yaparlar, talim yaptırdıktan sonra “sefer “ için ordu merkezlerine gönderirlerdi.
 Sefer görevine, ayni şekilde “Evlâd-ı Fatihan Ocakları” da iştirak ederlerdi
. Bunlar Rumeli “Yörükânı” idiler. Bu ocaklar, her biri yüz kişiden meydana gelen “bayrak”lar teşkil ederek sefere katılırlardı. Sefer hizmeti bittiğinde; “Bayraklar sarılsın.! “ emri verilir, bir meydanda toplanan bütün bayrak bölükleri, bir merasimle, bayrakları sararlar, burada onlara ayrıca “memhurları”(ulufeleri) verilir, ve yeni bir sefere çağırılıncaya kadar beklemek üzere, geldikleri yerlere geri gönderirlerdi.
 Evlad-ı Fatihan, Rumeli’ni fetheden gazilerin soyundan geldikleri için, bunlar soy olarak asker sayılır, dedelerinden kendilerine geçen mülkleri bulunurdu. Sefere iştirak edenlere, dirlikler ve belli miktarda maaşlar da verilirdi. Sefere iştirak etmek, hem şeref, hem de bir maişet kapısıydı. Evlad-ı Fatihan, bazı vergilerden muaf tutulurlardı.
 “Türk Uşakları”, Fetihler Dönemi kapandıktan sonra, herhangi bir şekilde Rumeli’ye geçirilip, iskâna tabi tutulmuş, Türk halkıydı. Anadolu’da isyan eden, veya uzun süren, sık sık, yaşanan kuraklık, kızıl çekirge veya su baskını gibi âfetler sonunda bulundukları bölgeleri terk etmek zorunda kalan, bazı Türk grupların, Rumeli’ye geçirilmesi ve devletin uygun gördüğü yerlere iskân edilmesi ile burada yerleşmiş Türklerdi. Bunlar da, asker sayılır, belli zamanlarda, eğitime alınırlar, hudut boylarındaki, derbendlerdeki, kale ve palangalara, Akdeniz Adaları’ndaki kalelere ve şehirlere muhafız asker olarak gönderilirlerdi.
 “Türk Uşakları” da, “Yörükan” gibi normal askerlik görevleri dışında, sefere “eşildiklerinde”(çağırıldıklarında), “bayrak”lar halinde seferlere iştirak ederlerdi. Çeşitli sebeplerle birçok Türkmen Oymağı ve Osmanlı Devleti topraklarına katılan Anadolu Beylikleri’nin başındaki beylik ailesi ve asilleri , genellikle Karesi toprakları üzerinden Rumeli’ne geçirildi. Yörükleri askeri eleman olarak gören devlet Rumeli’nde yaşayan Yörükleri de hukuki düzenlemeye tâbi tuttu. Bunlara; 1690 dan itibaren “Evlâd-ı Fatihân” diye, şerefli bir isim de verilmişti.
 Evlâd-ı Fâtihân; “fîsebilillâh gâza ve cihad niyetiyle Anadolu’dan Rumeli Yakasına geçip din-i mübin uğruna hizmette bulunurlardı” Harp zamanlarında bunlardan, taşımacılık ve top çekme gibi geri hizmette askerî sınıf olarak istifade edildiği gibi , diğer zamanlarda da kale muhafızlığı , tersaneye kereste getirme gibi donanma hizmeti, madenlerde çalışma, top yuvarlağı dökümü , çeltikte çalışma , donanmada askerlik, kale ve suyolu tamiratı , köprü yapımı gibi hizmetlerde istihdam edilirlerdi. “Tüfekendaz yiğitler” olan Rumeli Yörükânı askerleri;
 Avusturya , Gürcistan , Ejderhan gibi ülkelere ve Kıbrıs , Eğriboz gibi Devletin farklı yerlerinde seferlere iştirak ederlerdi. Bunlar sefere giderken, yamaklar onlara ellişer akçe bedel verirlerdi. Yörüklerden bu hizmetleri için otuzar kişilik “Ocaklar”la timarlar teşkil edilmişti. Bu otuzar kişiden beşi “Eşkinci” adıyla silahlı savaşçı diğer yirmi beş kişi de “Yamak” olarak isimlendirilmişti. Eşkinciler sefere dolayı avarız, nezil, celebkeşân, tekalif-i örfiye ve şakka’dan muaf tutuldular. Verdikleri bedelden dolayı da bunlara “Elliciyan” denirdi.
 Rumeli Yörükânı, deftere kayıtlı olur , başlarında sorumlu olarak “çeribaşı”lar bulunurdu.
 Her Yörük grubu için bulunduğu yerin özelliğine göre ayrı ayrı kanunnameler hazırlanmıştır. Yörükler Rumeli Eyaleti içinde “Sancak “ statüsünde bulunuyorlardı. Her bölgede bir Yörük Beyi veya “Mir-i Yörügân” denilen bir amirin yönetimindeydiler.
 Bunlar da “Yörük Sancağı Beyi”nin emri altında bulunurlardı. Rumeli Yörükleri için her bölgeye o bölgeye uygun kanunnameler hazırlanmıştı.
 Avusturya ile uzun süren harpler ile büyük insan ve gelir kayıplarına uğrayan devlet 1691 tarihinde Anadolu’daki Türkmen Cemaatleri’ni iskâna teşebbüs ettiği gibi Rumeli Yörükleri’ni de “EVLAD-I FATİHAN” adı altında silâhlı bir güç olarak yeniden teşkilâtlandırdı. “Evlad-ı Fatihan” olarak isimlendirilen Rumeli Yörükleri 1827-28 yılından itibaren yeni bir nizamla yeniden ordunun yanında silahlı bir unsur olarak “Asaker-i Mansur misüllü talim” görerek görev aldılar.

 ÇERİBAŞI Osmanlı Devleti’nde müsellemlerin, timarlı sipahilerin, çingene, yörük, tatar, evlâd-ı fâtihân, voynuk ve akıncı gibi eyalet askeri statüsündeki kuruluşların zâbitlerinden birisine verilen ad. XV. yüzyıl kaynaklarında başbuğ, serdar, serasker, sipehsâlâr, sipehbed, sipehdâr, serheng ve çeribeyi olarak da geçen bu tabir çerbaşı şeklinde Memlükler’de, çerici, çericiyân olarak da Dulkadıroğulları’nda kullanılmıştır; Osmanlılar’a da bunlardan geçmiş olmalıdır (Barkan, Kanunlar, s. 124). Daha küçük rütbeli zâbitlere “çeri sürücüsü” denirdi. Bunun başlıca görevi, emrindeki askerleri bir yerden başka bir yere götürmekti. Timar* tasarruf eden çeri sürücüleri yükselerek çeribaşı olabilirlerdi. Müsellem Çeribaşısı. Osmanlı Devleti’nin ilk teşkilâtlı askerî birlikleri, Orhan Bey zamanında kurulan yaya ve müsellem*lerdir. Çeribaşının yayalardaki muadil zâbiti yayabaşıdır. Orhan Bey zamanında ilk askerî teşkilât kurulurken her nahiyenin timarları bir çeribaşının idaresine verilmiş, çeribaşılar da sancak beyine bağlanmıştır. Müsellem sancaklarında bir araya toplanması uygun olan nahiyeler gruplandırılarak bir çeribaşının idaresine verilebilirdi (BA, TD, nr. 247, s. 139, 230). Çeribaşı tayini beylerbeyi beratıyla yapılırdı. Bu makam bazan aile fertleri arasında el değiştirebilirdi. Çok defa timarının bulunduğu yerde ikamet eden çeribaşı bazan uzak bir yerde de oturabilirdi. Meselâ Sultanönü sancağının çeribaşısı Eskişehir’de otururdu. Yetki ve sorumluluğu yayabaşılardan daha geniş olan müsellem çeribaşılarının yardımcıları da olurdu (BA, TD, nr. 112, s. 70, 72). Bu yardımcılar hizmetleri karşılığında çeribaşının gelirinden pay alırlardı. XVI. yüzyıl sonlarında piyadelerle birlikte müsellem teşkilâtı da kaldırılırken müsellemlerin reâyâ* yazılmaları çeribaşıları huzurunda yapılmıştır.
çokluğundandır (Gökbilgin, s. 78). Oldukça seyrek şekilde Üsküp ve İştip arasına dağılmış olarak yaşayan Ofcabolu yörüklerinin seksen sekiz ocağına bir çeribaşı tayin edilmiştir. Hatta birbirinden uzak ve yörüklerin tek tük olarak bulunduğu dokuz ocak için çeribaşı tahsisine lüzum bile görülmemiştir. Aynı şekilde sayı bakımından az olan Vize ve Doğu Trakya bölgesindeki yörüklerin çeribaşı adedi ise başlangıçta dörttü. Sonradan bunların da sayısı artmıştır. Rumeli’nin önemli yörük grubunu oluşturan ve Filibe müstesna Karadeniz sahili boyunca 250 kilometrelik bir alanda yerleşen Kocacık tatar ve yörüklerinin de başlangıçta dört çeribaşısı varken bu sayı zamanla on dokuza çıkmıştır. Müsellem statüsünde olan Anadolu’daki ellici yörükler de ocaklar halinde teşkilâtlanmıştır. Meselâ Manisa yörükleri kırk sekiz ocağa ayrılmıştı. Bunlar da hizmet zamanında çeribaşıları idaresinde sevkedilirlerdi. Yörüklerle yaklaşık aynı statüde olan ve Rumeli’de bulunan tatarlar da çeribaşıların idaresindeydiler. Kocacık tatarları gibi çok defa dahil olduğu yörük grubunun çeribaşısına bağlı olan tatarlardan, daha kalabalık olarak bulundukları Yanbolu taraflarında ayrı çeribaşılar da tayin edilmiştir. Evlâd-ı Fâtihân Çeribaşısı. XVII. yüzyıl başlarından itibaren teşkilâtları bozulan yörükler ve tatarlar, II. Viyana Kuşatması (1683) ile başlayan ve yıllarca süren Osmanlı-Avusturya-Rusya savaşları sırasında evlâd-ı fâtihân adıyla yeniden tahrir edilmişlerdir. Çeribaşılık yeni statüde de varlığını ve fonksiyonunu korumuştur. Evlâd-ı fâtihân çeribaşılarının başlıca görevi, sorumlu oldukları yerlerde asayişi muhafaza etmek ve vergi tahsili yapmak, sefer vukuunda ise gerekli eşkincileri çıkarıp göndermekti. Bu çeribaşılar da kendi zâbitlerinin arzıyla merkezden tayin edilirlerdi. Ellerine beratlar, tasarruf etmeleri için de uhdelerine zeâmet ve timarlar verilmiştir. Bazı durumlarda birkaç kazanın çeribaşılığı birleştirilebilirdi. Meselâ Manastır, Pirlepe, Vodina ve Florina’daki evlâd-ı fâtihânın çeribaşısı aynı kişiydi. Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından sonra benzeri birçok müessese gibi evlâd-ı fâtihân teşkilâtı da değişikliğe uğramış (1828), hazırlanan kanunnâmeye göre zâbitleri, bu arada çeribaşıları maaşa bağlanmış ve her türlü masrafları mukataat hazinesinden karşılanmaya başlanmıştır. 1828 yılı başlarında bütün evlâd-ı fâtihân çeribaşılarının aldığı ücretin toplamı 37.447 kuruştu (BA, Cevdet- Askerî, nr. 115). Görevleri ise kaza veya nahiye müdürlüğüne dönüştürülmüştür. Evlâd-ı fâtihândan düzenlenen dört taburun her birine yine maaşlı çeribaşılar tayin edilmiştir. Evlâd-ı fâtihân çeribaşılığı, 5 Haziran 1845 tarihinde çıkarılan bir fermanla, bağlı olduğu teşkilâtın ilgasıyla birlikte ortadan kaldırılmıştır (BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 10). Voynuk Çeribaşısı. Başlıca görevleri seferde olan ordunun ve devlet adamlarının atlarına bakmak, Has Ahur ve çayır hizmetlerini yerine getirmek olan gayri müslim ve genellikle Bulgar asıllı voynukların ikinci derecede önemli zâbitinin unvanı da çeribaşıdır. Kanunnâmelerde daha ziyade “voynuk seraskeri” olarak geçen bu görevliler sipahi statüsündeydi ve genellikle müslümanlardan tayin edilirlerdi. Bu tayinler büyük veya küçük mîrâhur ağalar tarafından yapılırdı. Voynuk çeribaşıları voynuk beyine, o da mîrâhur ağalardan birine bağlıydı. Göreve getirilen çeribaşılara voynuklar gibi baştina* değil icmalli timarlar tevcih edilirdi. Bu timarlar arpalık hükmündeydi ve geliri oldukça yüksek olan topraklardı. Meselâ Novoberda voynuklarının çeribaşısının timarı 8950 akçelikti (İnalcık, s. 152). Voynuk çeribaşıları bölgelerindeki voynukları zapturapt altına alır, mevsimi gelince yeterli
sayıda sefer veya çayır voynuğunu toparlayıp atlarıyla birlikte İstanbul’a götürür, bunları hassa çayırlarında çalıştırırdı (Uzunçarşılı, TTK Belleten, s. 393). Ayrıca bazı vergileri toplayıp bağlı olduğu mîrâhura teslim ederdi. Voynuk çeribaşılarının bir başka görevi, kendisine bağlı voynuklar arasında suç işleyenleri cezalandırmaktı. Ancak bunlar da sipahi çeribaşıları gibi hafif cezaları verebilirler, ağır suçların cezasını bağlı oldukları sancak beyleri uygulardı. Voynuk seraskerlerinin bir görevi de defterhâneden verilen voynuk tahrir defterlerini saklamak ve işleri bitince yerine teslim etmekti. Görevlerini yapmayan, eksik yapan veya bir başka yolsuzluğu görülen çeribaşılar cezalandırılırdı. Bu cezalar çok defa tasarruf ettikleri dirliğin ellerinden alınması şeklinde olurdu. Voynuk çeribaşılığı, Has Ahur halkından yıllarca hizmet edip emektar olmuş kişilere tevcih edilirdi (BA, MD, nr. 1, s. 5, 41; nr. 78, s. 384). Çeribaşılardan terfi edenler ise dergâh-ı âlî müteferrikası olabilirlerdi. Voynuk çeribaşısının geliri sadece tasarruf ettiği timara münhasır değildi. Emrindeki voynukların nakdî cerîmelerinin -ki bu 1576 yılında 500 akçeydi- tamamı onlara aitti. Ayrıca kızı evlenen voynuklar çeribaşıya evlenme vergisi verirlerdi; bâd-ı hevâ ve bazı şarap vergileri de onlarındı. Statü itibariyle voynuk çeribaşısından sonra primkür ve likatör unvanlı hıristiyan zâbitler gelirdi. Voynuk çeribaşılığı bağlı olduğu müessese ile birlikte 1691 yılında lağvedilmişse de iki yıl sonra tekrar kurulmuş, fakat bu tarihten itibaren büyük toprak kayıplarına paralel olarak voynuk teşkilâtı da önemini kaybetmiş, nihayet 1878 yılında tarihe karışmıştır. Eyalet askeri statüsündeki akıncıların çeribaşılarına ise daha ziyade toyca (taviçe) denirdi. Kıdemli ve fedakâr akıncılardan seçilen akıncı çeribaşılarının başlıca görevi beylerinin emirlerini akıncılara bildirmek ve onları sefere hazırlamaktı




























Merd-i tımar,
 OsmanlIlar' da işledikleri bir suç nedeniyle kapıkulu süvari ocaklanndan çıkartıp taşrada tımarlı sipahi olarak görevlendirilenlere verilen ad
Eskiden Osmanlı ordusunda, tımar adıyla aldıkları vergiye karşılık seferlere katılmak zorunda olan bir sınıf süvari asker bulunurdu. Bunlar âkıncılık çapulculuk, karakol hizmetleri görürler ve düşman karşısında yaya askerlerin korunmasını sağlarlardı. Bunlar hafif süvari birlikleri olup ok-yay kullanıp düşman birliklerini yıpratır. Hafif zırh, kalkan ve kılıçlarıyla süratli olup stratejik kullanıldığı zaman çok yararlı olan birliklerdi.

Kapıkulu Süvarileri

İstanbul dışında oturan süvari (atlı) birliklerdir. Savaşta hükümdar çadırını, sancakları ve hazineyi korurlardı. Sipahi, silahtar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler ve sol garipler olarak bölümlere ayrılırdı.

Kapıkulu OcaklarıOsmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemleroluşturuyordu.

Yeniçeri, Osmanlı Devleti'nde askeri bir sınıftır. Yeniçeriler, Padişah'a bağlı Kapıkulu Ocakları'nın piyade kısmıdır. Yeniçeriler, Osmanlı Devleti'nin sınırlarında yaşayan Yunan, Sırp, Arnavut gibi Hristiyan topluluklardan toplanan yetim çocuklardan oluşmuştur. Padişahın çevresinde bulunan yaya askerlerdir ve hayatlarında hiç evlenmezler.Üç ayda bir ulufe adı verilen bir maaş alırlar savaşa gittiklerinde ise sefer bahşişi alırlardı. II. Mehmed'den İtibaren Cülus Bahşişi almak gelenek olmuştu. Devletin ilk yüzyıllarında yararlı olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi. Yeniçeri ocağı II. Mahmud tarafından 1826 yılında kaldırılmıştır.